Pandemi yüzünden evlere çekildiğimiz günlerde ben de kendim için bir şeyler yapma kararı almıştım. Yaptıklarımın ilki yüksek lisans tezimi yazmak ve stres kaynaklarımdan birini yok etmek oldu:) Eve kapanmasak da bu tezi gerçekten bitirebilir miydim, sırf bu ihtimal için bile bu virüse içten içe bir teşekkür borçlu muyum, bilemiyorum… Bu ayrı bir sohbet konusu olsun. Aynı zamanda okumadığım güzel kitaplarım, izlemediğim filmlerim ve belgesellerim vardı; onları bitirdim. Okuduklarımdan birisi de “Düşünce Gücüyle Tedavi” kitabıydı. Annem birkaç sene önce almış okumuş, okumam için önermiş ve ben bir ara okumak üzere alıp bir kenara koymuştum. Normalde kişisel gelişim kitapları ve olumlamalar uzak durduğum, “Bu iş öyle söylemekle olmuyor.” dediğim bir alandı, yalan yok. Ama bu kitap bana başka bir şey göstermişti, hayatımda karşıma çıkan sorunların tohumlarının çocuklukta ekilmiş olma ihtimalini. Üzerine düşünmeye başlamıştım ama daha çok düşüncelerimi değiştirmem gerektiği, iyiyi ve güzeli düşünerek bunları hayatımda yoğunlaştırmam gerektiği kısmına yönelmiştim.
O sıralarda instagram’da Heal Your Life Türkiye Lideri Aylin Algun’u takip etmeye de başlamıştım. Arada bir önüme düşen paylaşımlarına göz atıyordum. Derken bir gün bir gönderi paylaştı, “Louise Hay – Hayatınızı İyileştirin Online Atölye Grubu Başlıyor”. Dikkatimi çekme sebebi, bizzat dahil olmak değil, sevdiğim birini bu anlayışa yönlendirmek için onun katılmasını sağlamaktı. Uğraş verdim ama katılmak istemedi. Belli ki onun için doğru zaman değildi. Israr etmemiştim. Bir yandan ben bütün yazışmaları yapmış ve atölyenin detaylarını öğrenmiştim. Dahil olmaya zaten içten içe hazırlanıyorken başvurularla ilgilenen Özlem Hanım’ın “Hadi sen gel…” demesini bekliyor gibi hop atladım ve bir anda kendimi eğitimde buldum. İyi ki söylemiş, iyi ki dahil olmuşum. Hayatımın yeni bir dönemine geçişimi bu atölye ile sağlayacağımı düşünemezdim.
Tahmin edemeyeceğim kapıları aralamaya yardımcı oldu Aylin Hanım, “Yok canım ben iyiyim, kendimle barışığım, benim yaşadıklarımla ilgili sorunum yok; yani o kadar da yok, şükretmeliyim.” cümlelerimi dinledi ve üzerine ekledi; “Kendini dövmeyi bırak, olduğun gibi kabul et ve sev.” Kendimi seviyordum zaten, neyi eksik yaptığımı anlamamıştım. Kendimi dövmek ne demekti? Kendimi kabul etmiyor muydum zaten?
Atölyede ilk fark ettiğim, kendimi yetersiz görüyor olmamdı. “İşimle ilgili yetersizim, işim her ne ise o konuda iyi olmam mümkün değil çünkü mutlaka benden iyileri var. O zaman onu benim yapmam gereksiz. O zaman yapma Gülçin, çünkü onu o kadar iyi yapamayacaksın.” Bu düşüncemi hala tam anlamıyla aşabildiğimi düşünmüyorum. Ama bu farkındalığımın oluşmasından memnunum ve üzerine gitmeye devam ediyorum. Çünkü hayatta her zaman en iyi ve mükemmel olamayacağımı kabul ettim. Mükemmel olmak zorunda da değilim. Bu acımasızlığı kendime yapmamayı öğrenmeliyim.
En çok istediğim şeyin mutlu olmak olduğunu biliyordum. Evet tabi ki hepimiz mutlu olmak istiyoruz, ne saçma bir cümle diyebilirsiniz. Ama benim mükemmeli arama kulvarım bu. Benim mutluluk arayışım kariyerimde değil, başarılarımda da değil. Okuduğum okul, kazandığım etiketler, sahip olduğum eşyalarda da değil. Ben insanlarla mutlu olmak istiyorum. Hayal ettiğimde gülümsemekten kendimi alamadığım bir manzaram var, bir kumsalda uzun bir masada sevdiğim insanlarla dolu bir muhabbet bağı… Bu manzaraya o kadar kaptırıyorum ki kendimi, hayatıma sevdiğim kim girerse onu o masaya sürüklemek için elimden gelen her şeyi yapıyorum:D Hayatımdan çıkma lütfen, sen de gel senin için de bir sandalye var lütfen, ben her şeyi halledeceğim, yeter ki gel. Ben her şeyi halledeceğim… Kabulleneceğim, sorumluluklarını alacağım, mutluluğumuz için daha çok savaşacağım, buna gücüm var. Buna gücüm olacak. Mutsuzsan, mutlu olmanın yollarını sunmaya çalışırım. İyi değilsen sana derman olmaya çalışırım. İyi edeceksem fedakarlık yapmaya çalışırım. Yapmalıyım…
Düşüncelerimin saplantılı hale dönüşünü takip edebiliyorsunuz değil mi?:) İşte bu hayal yüzünden verdiğim çok tavizlerim oldu bu hayatta benim. Bu atölye ile kendimi “birini iyi hissettirme” sorumluluğundan azat etmem gerektiğini öğrendim. Bunun tohumlarını küçüklüğümde ektiğimin farkına vardım. Kendime sevilebilmek için uyumlu olmam gerektiğini, eğer uyumlu olmazsam sevilmeye değer olmayacağımı öğrettiğimi fark ettim. Bunun farkındalığını yaşadığımda duvara toslamış gibiydim. İyi hissetmiyordum. Ve Aylin Hanım dedi ki “İyileşmek ile iyi hissetmek aynı şey değildir”. İyileşmeyi tercih ettim ve devam ettim. İlişkilerle ilgili olan atölyede nasıl sarsıldığımı anlatmam mümkün bile değil şu an:) Ama iyi ki devam etmişim. Hem grup arkadaşlarımı tanıdığım için hem de Aylin Hanım ve Özlem Hanım’la yollarımız kesiştiği için çok memnunum, bu hayata güzel bir teşekkürüm var bu sebepten.
Demem o ki kendiniz için bir şeyler yapmaktan korkmayın. Kendinizi keşfetmekten korkmayın. Bırakın sizi siz yapan tohumlarınız gün yüzüne çıksın. İstiyorsanız rengarenk birbirinden güzel tohumlar ekin zihninize. Değişmek zorunda da değilsiniz. Farkındalık, istemediğiniz sürece değişimi zorunlu kılmayacaktır. Aksine kendinizi tanımak, sanıyorum ki sizi daha huzurlu biri haline getirecektir. Kendimize zulmetmekten vazgeçmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Belki benim gibi bir atölye ile başlarsınız, belki bir yaşam koçu ile tanışırsınız, belki bir psikoterapi almak istersiniz, belki de sadece en yakın dostunuza içinizi dökmek istersiniz. Bunun yolu ne olursa olsun, niyetiniz iyileşmek olduğu sürece başaracağınıza eminim.
Sevgilerden bir demet olsun, kalın sağlıcakla…
Gülçin selam. Bu konuda aklım biraz karışık (Aslında pek değil ama seçenekleri gözetiyorum diyelim 🙂 ). Einstein diyor ya, “ Mutlu olmak istiyorsan bir amaca bağlan, insanlara ya da eşyalara değil.” diye. Çok net tanım ama bunun gibi düşünürsek biraz insani olguların değerini göz ardı ediyormuş gibi hissediyorum. Sanki otomata para atıp da “amaç” diye addedeceğimiz gazozu almak gibi makineleşmiş 🙂 Diğer yandan insanı düşününce tam bir kara kutu. Amaçta gözlerini kapatınca alacağın yolu iyi kötü kestirebiliyorsun ama insanda hep bir muallaklık. Tabii burada kestirilememezliğin çekiciliği ve insana yönelmişliğin getirdiği, “Evet ya, ben yaşıyorum ve hissediyorum!” hissiyatı (kimi zaman birden gelir 🙂 ) sanki insanı öne çıkarıyor gibi. Artı olarak “üç günlük dünya ya amaan” nidaları da bu tarafı daha da güçlendiriyor 🙂 Ama şu an yapmamız gereken, ne istediğimizi gerçekten anlayana kadar iki tarafı da elden kaybetmemek bence. Yaş ilerledikçe nereye doğru yöneleceğimizi kestirebiliyorum 🙂 ama insanlara seçim şansı vermek lazım; belki pişman olmak, hayatlarının en büyük kazançları bile olabilir 🙂