Büyükada Gezisi

Hello! Bugün size Büyükada yazısı yazıyoruuum.

Evet evet, bu bir Büyükada gezi bloğudur. Kişisel blog, bugün itibariyle, kendi içinde, ufacık minicik bir gezi bloğu olma şansını yakalamıştır; hayırlı olsundur. Umarım şehirler köyler dağlar bayırlar gezerim de burayı oitheblog’a çeviririm Allahım amin!

Geçen cumartesi günü doğum günümdü ve canikolarım arkadaşlarımla birlikte bir küçük gezi planı yapmak istedik. İstanbul’dan ulaşımı çok çok kolay olmasına rağmen benim için bir tabu haline dönen ve daha önce sadece bir kez, kısacık uğrayabildiğim Büyükada’ya gitmeye karar verdik. Tabu diyorum, çünkü depremle ilgili ufak bir korkum vardı ve bilin bakalım nereler tam da fay hattının üzerinde…

Korkunun şu ana kadar pek de bir şey kazandırmadığı şu 27 (evet yirmi yedi bitti, evet, yirmi sekiz yaşıma girdim) yıllık hayatımda -ve bir sır daha vermek isterim, şayet dikkatinizi çekmediyse diye, depremden korkuyorum ama Büyükada’ya Konya’dan gitmedim… İstanbul’da yaşıyorum- ısrarla, kıyametle, ricayla diyorum ki gidiniz efendim; lütfen bir tatlı huzur almak için gidiniz Prens Adaları’na.

Vapur yolculuğunu, Boğaz’ı, denizi ve İstanbul’u denizden izlemeyi seven biri olarak Adalar’a ulaşım bile beni epeyce mutlu etmişti ama, değinmeden geçmek istemiyorum, Marmara Denizi’ni bugünlerde konuşup durduğumuz, müsilaj dediğimiz bu kirlilik içerisinde görmek beni gerçekten çok üzdü. En büyük korkum ise bu dünyaya verdiğimiz zararları bir gün telafi etme şansımızın dahi olmaması. Aslında, telafi etmeyi düşünmek yerine hiç meydana getirmemeyi amaçlasak, birçok şeyin önüne geçmiş olacağız, ama…

Neyse, dönelim güzelim Büyükada’ya.

Gitmeden önce, yapılması gerekenler, görülmesi gerekenler, ‘Büyükada’da ne yenir’ler gibi araştırmalara girmiş ve haritam üzerinde çoktaaan yer işaretlemelerimi yapmıştım. Adım attığımızda ilk yapılacak iş! Sen bir doğum günü çocuğusun, git ve o ünlü, müthiş, kocaman dondurmadan ye! meyebilirdim de… Yaaaaani, çok da bir övgüyü hak etmiyor, en ünlü dedikleri yerdeki dondurmalar. İskeleyi arkanıza aldığınızda ilk gördüğünüz dondurmacı olmasın hedefiniz. Tavsiyem, Çarşı içerisindeki Sarıyer Dondurmacısı veya bizim rastlayamadığımız seyyar dondurmacılardan yemeniz. Tavsiye benim, keyif sizin; dilerseniz hepsinden tadıp kendiniz karar verin 🙂

Adım attık, çarşıyı gördük, tamam. Ee, bir bisiklet turumuz olmasın mı? Sakat bir sol diz ile ben bile göze aldıysam, herkesler bunu göze almalılardır diyorum ve Büyük Tur Güzergahını şiddetle tavsiye ediyorum a dostlar. Evet, asla kat’a ve katiyen tembellik edilmesin, Küçük Tur ile yetinilmesin.

Aya Yorgi Kilisesi’ne giden yolun da başlangıcı olan Lunapark Meydanı’ndan itibaren, aslında çok da zorlu yokuşlu yollara sahip olmayan, aksine standart bir tempoda ilerleyebileceğiniz, yeşile maviye içinizi açtığınız huzur dolu bir rotada bulacaksınız kendinizi. Büyük Tur, Ada’nın etrafını tamamen turlamanıza ve kuşlar, böcekler, kediler, inekler ve atlarla karşılaşabilmenize imkan sağlıyor.

Büyük Tur’u tamamlamanıza yakın, yol üzerinde Adalar Müzesi’ni de göreceksiniz. Tavsiyem, bir hafıza örneği sayılacak bu küçük müzeyi ziyaret etmeniz olur. Eminim, ilginizi çeken bir köşesi mutlaka olacaktır. Prens Adaları’nın oluşumundan çiçek çeşitliliğine, köşklerinden şairlerine yazarlarına, Ada sakini insanlardan siyasi olaylara, birçok konu hakkında bilgi sahibi olabileceğiniz güzel bir müze diyebilirim.

Yemek Yiyerek Sadece Karnını Değil Ruhunu Da Doyuranlar Kulübü (YYSKDRDDK) ikinci asil üyesi olarak tabi ki hakkını vereceğim, Bahçede Sinek Kafe’nin. Yemekler gerçekten çok lezzetliydi, sunumları da bir o kadar gönül dolduruyordu, ama sizin o tontik yemek tabaklarınızı ben mümkün değil unutmayacağım. Mezatlarda, açık arttırmalarda peşine düşeceğim böyle güzel bir yemek takımının benzerleri için. Kafede gördüğüm kadarıyla çok naif iki hanımefendi ve bir beyefendinin işlettiğini düşündüğüm bu güzel kafe, oldukça sakin bir durak noktası olacaktır sizin için, eğer Ada’ya giderseniz ve buraya uğramayı tercih ederseniz. Koca koca işletmeler gibi katalog tarzında bir menü de beklenmesin, pratikte hemen oracıktaki küçücük mutfaklarında hazırladıkları, sade bir ikram listeleri sunuluyor size.

Diyelim ki bisikletle turunuz bitmeye yakın tekrar Lunapark Meydanı’na döndünüz ve bisikletlerinizi orada kilitleyip yürüyerek Aya Yorgi Kilisesi’ne çıktınız -gözünüz korkmasın, hiç de yürünemeyecek bir yol değil- İşte tam karşınızda o kızıl güneş, batmak üzere ağır ağır ilerliyor. Burada yazar mevsimi yaz, havayı güneşli ve gökyüzünü alabildiğine bulutsuz olarak tarifliyor. Büyük Tur ile çizdiğinizi düşündüğüm rotanın bir kısmını ve komşu Adalar’ı izleyebileceğiniz bir köşe buluyor ve biraz soluklanmanın en güzel biçimlerinden birini yaşıyorsunuz. Biz gittiğimizde Kilise maalesef kapalıydı. Muhtemelen pandemi şartlarından dolayı. Burasıyla ilgili çok daha güzel ve detaylı bilgileri birçok blog’dan okuyup öğrenebilirsiniz. Ben biraz da göremediğim için haybeye anlatmak istemedim.

Güneş battı batacak, Kilise’nin hemen yanında bir kır lokantası var, Yücetepe Kır Gazinosu. İsterseniz güneşle buradan vedalaşın, isterseniz yüzünüzü şehre dönün. Nasıl yaparsanız yapın ama bence uğrayıp meylenmek için tam yeri. Hem belli mi olur, belki üstünüzden bir kuş geçer, belki de gelir sofranıza misafir olur.

Tur bitti, güneş battı. Yol da artık hep yokuş aşağı. Güzel. İstikamet iskele.

Diyelim ki Ada’dan ayrılmadan önce hala bir şeyler yemek için midenizde bazı boş kısımlar mevcut. Diyelim ki doğum gününüz veya değil, canınız tatlı bir şeyler yemek istiyor. Büyükada Splendid Palace’ın hemen altında bulunan Chocowhite, küçücük bir pastane. Gidilsin ve nefis tatlılarından yenilsiiin. Adını hatırlamadığım, unsuz ve yağsız yapıldığını söyledikleri, içi orman meyveli dışı acıbadem kurabiyeli bir tatlılarından yedim (lütfen gidince böyle tarifleyin de şu tatlıyı bulun be); EFSANE DİYORUM!

Ağzımızın suları yeteri kadar aktıysa yazıya +2 kilo ile noktayı koyuyorum. Bisiklet turu yapıldı diye anında kilo verdik zannedenler için kötü bir haberim var, verilmiyor.

Dönüş yolunda Heybeliada ve Burgazada için çoktan plan yapmaya başlamıştık. Umarım siz de gitmişsinizdir, gideceksinizdir veya şu an bu yazıyı vapurda okuyorsunuzdur.

Öpüldünüz!

 

Not: Ada’nın çiçekleri de oldukça meşhur. O kadar güzeller ki Şule 10 adet fideyi poşetleyip evine bile getirdi. Heveslenenlere sesleniyorum, olmaz diye bir şey yoktur.

Bir not daha: Vapur dumanı, aklım sende kaldı…

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir