Eski Defterler

Dün eski günlüklerimi karıştırdım. Bir nevi o zamanki bloğum diyebiliriz:) Yaklaşık 5 sene yazmışım. 2005-2010 arası, ortaokul ve lisenin başı. Sınavlarımı, sokak oyunlarımı, okul anılarımı, mahalle arkadaşlarımı, nelere ağladığımı, nelerle eğlendiğimi… İyi ki yazmışım dedim, çünkü birçoğunu unutmuşum. İyi ki yazmışım, çünkü küçük Gülçin’in neler yaşadığı o satırlarda yazıyor. İyi ki yazmışım, çünkü ne olduğumu görebilmem ve ne yapacağımı öğrenmem için o Gülçin’e ihtiyacım var.

Aslında yazdığımı anımsadığım birkaç satır için araladım kapaklarını.  Bulamadım. Bir garip hissettim, sonradan okuduğumu bile düşünüyordum oysa ki. Çok önemli değil tabi, yazmamışsam bile düşündüklerim hala aklımda. O satırları bulacağım diye bahaneyle tüm yazdıklarımı okumuş oldum.

Fark ettim ki katıldığım kişisel gelişim atölyesinde kendimle ilgili anlamaya çalıştığım şeyler, ifade etmede zorlandığım, meditasyonlarla ortaya çıktığını düşündüğüm şeyler aslında orada yazıyordu. Zamanında canımı sıkan, beni üzen, “Bunu sevmiyorum”, “Böyle olmasından nefret ediyorum.”, “Bu beni çok üzüyor.” dediğim birçok şey. Evet açıkça beni üzen birçok olayı yazmışım, böyle yapmış olmam çok memnun etti beni. Gerçekten inanmışım o sayfaların bana özel ve içimi döktüğüm yerler olduğuna.

Ve bunların hepsini unutmayı tercih etmişim. Üstünü kapatmış, yok saymışım. Atölyede ifade ettiğim bazı cümlelerin birebir aynısını yazmışım hatta. Ama görmezden geldiğim için yapmaya veya aynı şeyleri yaşamaya devam etmişim, o ayrı:) Farkına varmaya çalıştıklarımın 15 yıl öncesiyle aynı kalması da biraz üzdü, o da ayrı… Resmen içimi dökmüş ve sonra tekrar bakmamak üzere yok etmişim kafamda hepsini. “Tamam, yazdım bitti. Rahatladım, artık yok ki öyle bir şey. Yazdım, içimi döktüm. Kimseye de gerek kalmadı. “ demişim.

Kimseye gerek kalmadı… Bana en çok tembihlenen şeydi belki de “Kol kırılır, yen içinde kalır. Kimseye dertlerini anlatma kızım”. Ben bana söylenenleri yapan, söz dinleyen bir çocuktum. Kimseyle paylaşmadan sıkıntılarını atlatmayı öğrendim. Kimse bilmesin, kimse sana yazık demesin, kimse sana üzülmesin. Sanki herkesin hayatı güllük gülistanlık da bir tek benimki çamura batmış gibi, kimse bu “kimseler”, dert saklıyoruz bir de 😀 Gülüyorum çünkü kimsenin hayatı dertsiz değil. Kaldı ki hiç kimse dertlerinden dolayı zayıf da değil. Aslında paylaşmayı bilsek, dertlerin ne kadar da aynı ve ortak olduğunu ve bu sayede yakınlaştığımızı görüyoruz ya, neyse.

O yüzden aslında sıkıntılarımı kendi kendime atlatmayı öğrendiğimi sanmışım. Hiç de atlatamamışım öylece duruyorlar, bir de sırıtıyorlar hatta pis pis:) Paylaşmamak için direnince kendim de unutmuşum diyorum ya, sonsuza kadar sürmüyor elbette, bir yerde patlıyor. Benimki kendimi yetersiz hissetmemle başladı. Kontrolünün bende olduğunu, iyileşebildiğimi, iyileştirebildiğimi düşündüğüm şeylerin artık olmadığını fark ettim. O serüvenin başlaması Hayatımı İyileştiren Atölye yazımda yazıyor. Şimdi ise başa sardım, “Niye böyle hissediyorum?”, “Ne olmuştu ki benim hayatımda da ben böyle hissediyorum?”, “Neden hala anlatmıyorum?” diye sormaya başladım. Anlatmayı da öğreniyorum. Bunun bir zayıflık olmadığını da öğreniyorum. Kendi sorunlarımı çözemeyeceğimi bildiğim gibi başkalarına iyi gelmek zorunda olmadığımı da öğreniyorum.

Hiç kimseyi istemediği sürece iyileştiremiyorsunuz. Bu sizin yetersizliğinizle ilgili değil, onun isteksizliğiyle ilgili. Kabul edin ve kendi yolunuza devam edin. Biraz üzülmenizde bir sakınca yok, o kadarı serbest:) Ama biraz sonra toparlanıp “Ama bu hayat çok güzel, kalk ve devam et” diyebilirsiniz.

“…şikayet edip mızmızlanmak için gelmiş olamayız buraya.” Şila Servet Yıldız

Öpüldünüz:)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir