İstanbul

“Yârim İstanbul, gel öpeyim gerdanından…”

İstanbul’u yârim olarak gördüğümden midir ayrılmamam, yoksa başka bir yol bilmediğimden mi? Doğma büyüme buralıyım diye mi, yoksa taşı toprağı altın diye mi? Bilemiyorum. Kendisiyle olan ilişkimize en uzun arayı dört sene önce erasmus macerası sayesinde vermiştik:) Dinlendirici, hasret dolu, kendisini baş tacı yapıp tekrar ona döndüğüm bir ayrılıktı diyebilirim. Ve şimdi, beni zorlamaya başlayan bir mecburiyete dönüştüğünü kabul etmek gerek. Hem izlediğim bir belgeselde de geçtiği gibi ‘Leylek bile inmiyor bu şehre artık’

“İstanbul seni hapsetmiş, eski bir banda kaydetmiş…”

Bir ilişki gibi bahsedince sanki ilişkilerde de böyle bir aranın verilmesi gerekiyormuş manasına ulaştı cümle. Bunu da bilemiyorum. Normalde ilişkileri ara verilmesi gereken bir mesai gibi görmem ama gerekli de olduğu anlar olabiliyor. Neyse, bu başka laf şimdi.

“İstanbul sever seni, sen beni seversen!”

Mecburiyet dedim, en başta işim burada olduğu için. Ve tabi ki ailem. Sevdiklerim, arkadaşlarım. Hepsi benim için mecburiyete girer mi? Hem de tastamam:) Atölye yazısında bahsetmiştim yine, sürüklemek istiyorum o muhabbet bağına herkesi, hepsini diye. Sonra bunun öyle bir şey olmadığını fark etmeye başladığımı da söylemiştim. O yüzden, evet bu şehri bırakmamak için en güzel sebeplerim burada, lâkin, ayrılmak isteği de merakla zihnimin koridorlarında dolaşıyor.

“Düşlüyorum bu kenti. Ahh, bir aşk gibi”

Özüm İzmir’e gidince daha da bir oluru oldu bu işin. Ayşegül de gidebilir, ihtimal dahilinde. Şule gitmez, o bu şehre aşık, gitmesin de zaten. Özüm gitti ama o da döneceğim diyor. Galiba ben de bir gideyim, gerekiyorsa dönmek isteyeyim, diye düşünüyorum. Güzel bir pişmanlık olur aslında, döneceğin yer İstanbul, ne hoş.

“Bırakıp gitmek var şimdi seni yârim, dört yan ezan vapur vapur boğaz…”

Galiba İstanbul’dan ayrılma ihtimalini ilk düşünme sebebim, kendi ayaklarımın üstünde durma ve yeni bir hayata başlama isteğimdendi. Zor ve bir o kadar da cezbedici geliyor kendi hayatımı kurma düşüncesi. Bunu kuzenim yapabildi, Özlem Ablam. Ben Eskişehir’de daha güzel bir hayat kurarım dedi ve gitti. Ve o hayatı kurdu. O alıştı, biz de alıştık. O mutlu, biz mutlu. Mis gibi oldu benim açımdan bakınca, sorunca onun açısından da iyi belli ki çünkü benim de yapmam için kendisi fazlasıyla ısrarcı aynı zamanda:) Kendisi bu site için de fazlasıyla ısrarcıydı, şu an 1-0 önde olduğu için güven oyları onda tabi.

“Dönüp mü gitmeli? Tövbe mi etmeli? Bu sazan sarmalı deyip mi geçmeli?”

Sadece bir hayal belki de benimkisi, yani ulaşamadığım bir durum olduğu için merağın uyandırdığı cezbedicilik söz konusu. Şartlarımı değiştirmek için de bir şey yapmıyorum. Madem istiyorsun, şehir dışından iş baksana be kadın. Kendiliğinden olanlar daha çok hoşuma gidiyor, her zaman böyleydi. Sanırım bu da kendiliğinden olsun istiyorum. Birisi bana “İş de buldum, ev de buldum, seveceklerini de buldum. Gel.” desin diye bekliyorum herhalde:) Ne kolay böyle yazmak değil mi? Bu şehir benim burnumu biraz daha sürttükten sonra, birisinin bunu demesine gerek kalmadan da gidecek olurum belki. Bakalım, bekliyoruz.

“Ah çıkıp gitsem, çarpsam kapıyı, kime, nereye”

Gideyim diyorum da gideceğim yer de Artvin değil tabi ki. Yani keşke ama ne yazık ki. Aşktır kendisi ama bildiğim hayat değildir. İzmir, evet çekici hem de çok. Ama bilemiyorum. Ankara, soğuktur katıdır diyorlar, durağandır sıkılırsın diyorlar. Uzaktan uzağa severiz birbirimizi, liseden beri. Ama bilemiyorum geçinebilir miyiz? (Ankara demişken…) Eskişehir, tanıdık şehir, enerjisi de yüksek nefis. Ama ailenin seni akraba yanına okumaya göndermesi gibi, bilemiyorum:)

Geniş açıdan bakınca yazının sonunda ulaştığım sonuç ‘bilemiyorum’. Bir gün yapabilecek miyim, bilemiyorum. Ama istiyorum. Merakla istiyorum. Ve bekliyorum. Göreceğiz. Umarım seninle görürüz.

Bir gün bir şehirde rast gelmek ümidiyle, buluşmak üzre…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir